"St. Petersburg bir kraliçe; güzel, büyüleyici, zarif… Ama Moskova? O tam bir kral! Yakışıklı değil belki ama karizması tartışılmaz."
Rusya’nın iki büyük şehrinden birini seçmek gerekirse, kalbim çoğu zaman St. Petersburg’un büyüsüne kayar. Ne de olsa o, baştan çıkarıcı bir kraliçe gibidir; ince, zarif, romantik… Ama itiraf edilmeli ki, kralsız bir hikâye eksik kalırdı. Çünkü Rusya’yı en iyi anlatan, “gücü” hissettiren, tarih ve modernizmin kucaklaştığı şehir, şüphesiz Moskova’dır.
Moskova denince akla gelen ilk kareler elbette Kızıl Meydan ve Kremlin surları… Burada herkesin bir “klasik” fotoğrafı vardır; olur da sizin yoksa, gidince mutlaka çekilir.
Kremlin’in ihtişamı, Kızıl Meydan’ın enerjisi ve GUM Alışveriş Merkezi ile olan bütünlük, sizi şehrin kalbine adeta bir mıknatıs gibi çeker.
Ve GUM demişken; burası kesinlikle “klasik” bir AVM değil. İçeri girince kendinizi bir sanat galerisinde gibi hissedersiniz. Mimarisine bakmaktan mağazalara vakit ayırmayı unutabilirsiniz. Lüks markalarla dolu, evet pahalı ama “Moskova’da alışveriş” deneyiminin ruhunu en iyi burada hissedersiniz.
Moskova’ya ilk gittiğimde bana “Metro mutlaka görülmeli” demişlerdi. Açıkçası kendi kendime, “Metro işte, ne olabilir ki?” diye düşünmeden edilemez.
Sonra bir inip, bir bakınca… “Sadece adı metro!”
Tavan freskleri, devasa avizeler, mozaikler… Sanki her durak birer yeraltı sanat müzesi. Eğer Moskova’ya giderseniz, en az üç durakta inip gezin. Her biri başka bir hikâye anlatıyor.
Eğer Moskova’da tek bir yer seç deseler, hiç düşünmeden Arbat Sokağı!
Tarihi dokusuyla uzun, geniş bir cadde… Sokak ressamlarıyla dolu, rengarenk, canlı ve her daim ilham verici.
Arkadaşlar ile gezerken Rhytm Blues Cafe’de buluşma noktası belirlenir. Arbat’ta dolaşıp ressamlarla sohbet ettikten sonra Rhytm Blues Cafe’de biraz soluklanmak gibisi yok. Buranın enerjisi gerçekten farklı.
Moskova’da gece hayatı gerçekten başka bir boyut. Ama baştan söyleyelim, pahalı ve sistemli. Spontane bir şekilde girip eğleneceğiniz mekan bulmak zor; çoğu yer önceden rezervasyon istiyor.
Favorimiz ise yine Rhytm Blues Cafe oldu. Alt katta patenli kızların servis yaptığı restoran kısmı ayrı, üst kattaki bar ve dans bölümü bambaşka bir atmosferde. Sanki iki farklı mekan birleştirilmiş gibi… Ama ne olursa olsun, buranın enerjisi sizi içine çekiyor.
Bir firmaya gala yemeği organize ettiğimiz dönemlerden birinde, şimdilerde kapalı olan Cafe Pushkin Restoran’ı tercih etmiştik. Unutulmaz bir deneyimdi. Girişte sizi akordeonlu müzisyenler ev yapımı votkalarla karşılıyordu.
Zaten Moskova’da kaliteli bir restorana gittiğinizde, ev yapımı votka ikram edilmesi neredeyse olmazsa olmaz. Eğer yolunuz düşerse bu geleneği mutlaka deneyin; gerçekten Moskova’nın kültürünü hissetmenin yollarından biri bu.
Moskova’nın Gizli Yüzü